Hoşgör Köftecisi – Orhan Veli

Şiirden hoşlanmam. Belki de ondaki o hep üstü çizilen duygu, ahenk benim içimde yoktur da o benden hoşlanmaz. Şiiri anlamadığımı fark ederim, pek duyguluysa, ki ekseriyeti öyledir, hiç içine giremem, sıkılırım. Hiç istisnası yok mu? Var; Ümit Yaşar Oğuzcan, Cemal Süreya, Orhan Veli. Yine de yazdıklarının sırf şiir türünde olması bende yeterince onlarla içli dışlı olamadığım hissini uyandırmıştır.

hosgör-koftecisiİşte bu keyfiyet içinde Hoşgör Köftecisi benim için kıymetli bir fırsat, parlak bir umut oldu. Orhan Veli’nin öykü yazması, sesine hayran olduğum bir şarkıcının sonunda anladığım dilden şarkı söylemesi gibiydi. İşte böyle bir coşku ve beklentiyle okudum kitabı, kitapçığı.

Orhan Veli’nin öyküleri bize okulda öğretildiği gibi Ömer Seyfettin hikayelerine benzemiyor. Orhan Veli az sayıdaki öykülerinde hep şiirlerine de konu olan ögeleri, insanları, insanlık hallerini işliyor. İşsizlik, meyhaneler, fakir ama içten insanlar, güzel havalar, rakı… Sık sık okuyucuyla konuşuyor. Hatta Baharın Ettikleri başlıklı öyküsünde yazı yazmasının hikayesini anlatıyor. Eminim ki o yazıyı gerçekten de güzel bir havada bir taraçada yazdı. Kitaba adını veren öyküsünde de okuyucuya hitaben bir cümleyle başlayıp okuyucuya bir tavsiyeyle satırlarına son veriyor. Hani bir kurgu mu anlattı yoksa ana fikri vermek için biraz uzunca bir örnek mi aktardı karar veremiyorsunuz. Buna tüm öykülerin birinci tekil kişili anlatıma sahip olması eklenince tamam diyorsunuz, bunlar kurgu filan değil, olsa olsa Orhan Veli’nin başından geçenler veya benzer sahneler. Bu anlatılanlar hep Orhan Veli, kendisi!

Bu açıdan bakınca karakterleriyle, kurgusuyla saf kan bir olay öyküsü arayan okuyucuyu (yazarın adı saklı tutularak sunulduğunda) tatmin etmeyebilir. Öte yandan Sabahattin Ali’de daha yoğun şekilde hissettiğim şiiri andıran ahenkli dili Orhan Veli’de de buldum. Eh şaire, şairane diyerek abestle iştigal ettim belki ama öyle. Bakınız:

”- Kardeş, geldi kapıya dayandı. Çatçatı da var, patpatı da. Versek de alıp kaçıracak, vermesek de. Hani ”Ver de kurtul!” demiş. Bizimki de o hesap! Verdik, kurtulduk.” sy. 10

58 sayfalık minik kitap için söyleyeceklerim daha bitmedi. Bence en nefisini sona sakladım. Kitap da bir de Orhan Veli ile yapılmış ”anket” var. Bu üç buçuk sayfalık röportaj o kadar dolu ki her cevaptan bir sav, bir ilke çıkarılabilir. En çok ilgimi çekenlerden bir alıntı buketi sunarak bu yazıya da son vermiş olayım:

”Doğrusu gençlerden en beğendiklerim Yahya Kemal’dir. … Bir de Memduh Şevket Esendal. Yalnız ona biraz içerliyorum. Hikayelerini galiba kendi adıyla neşretmeyi küçüklük sayıyor. Bu da yüksek siyasi mevkiler elde etmiş olmasından ileri geliyor. Ama bundan yüz sene sonra, Memduh Şevket Esendal adında bir şahıs yaşadığını bileceklerse, ancak hikayeleriyle bilecekler.” (Haklı değil miymiş?! İki konu da…)

”Ben Divan şiirini çok beğeniyorum … Divan şiirinden sonra bugüne kadar da Türkiye’de şiir yazılmadığını zannediyorum.”

”Yosma kadınların, dünyadan elini eteğini çekme zamanları geldiği vakit için yalnız dedikodusu ile geçinir bir halleri vardır. Yalnız yosma kadınlarda değil de hevesi kursağında kalmış, yahut, bir baltaya sap olamamış insanlarda bu hal göze çarpar. İşte münekkitlerin hali de bana bunları hatırlatıyor. İşin dedikodusu ile geçinmeyi bir iş saymak istiyorlar. Madem ki bununla avunabiliyorlar, keyiflerini kaçırmayalım, ne derlerse desinler, ne yaparlarsa yapsınlar.”

”Yani edebiyatın çoğunluğa hitap etmesini istiyorum. Çoğunluk okuyup anlamalıdır. Anlayabilmesi için de edebiyatta kendi meselelerinden bahsedilmesi lazım… Bugünkü dünyada çoğunluğu fakir halk teşkil ediyor. Demek ki edebiyat da onların edebiyatı olacaktır.”