YILANLI SÜTUN – JASON GOODWIN

Syilanli-sutunize önce Jason Goodwin’in Yılanlı Sütun (The Snake Stone) adlı romanıyla yolumun nasıl kesiştiğini anlatmalıyım, zira her okur keşiflerinden gururla karışık bir zevk alır. Yine bir gün Gundian’ın kitap sayfalarında dolaşıyorum, listeler bölümüne girdim. Bir baktım en iyi İstanbul ve Türkiye kitapları diye bir liste var. Liste gerçekten çok ilginç, insanda okuma isteği uyandıracak kitaplarla dolu. Hatta listenin Türkçesine Kitap Notları: Jason Goodwin’den Türkiye ve İstanbul Kitapları İlk 10’u başlıklı yazıdan ulaşabilirsiniz.

Listeyi hazırlayan da Jason Goodwin. Jason Goodwin ise Cambridge Üniversitesi’nde Bizans tarihi okumuş, Berlin duvarı yıkılınca doğudaki yeni Avrupalı komşularla tanışmak için Polonya’dan Türkiye’ye yürümüş, İstanbul’a varıp da çok etkilenince Bir Ucu Altın Boynuz (On Foot to the Golden Horn) kitabını yazmış, sonra  Ufukların Efendisi Osmanlılar (Lords of the Horizons) adlı kitabıyla ödüller almış, en sonunda da İstanbul ve tarih sevgisini kurgu kitaplara dökmüş biri.

Goodwin’in romanlarının baş kahramanı Yashim adında hadım bir eski harem ağası. Hem kadınlar hem de erkeklerle rahatlıkla iletişim kurup onlara özel mekanlara girebilen, saraydaki bağlantıları ile her yerden haber alabilen Yashim harem ağalığından azad olduğundan beri adı konmamış bir dedektif. Garip olaylar onu buluyor, cinayetleri çözmek ona kalıyor. Yashim’in maceraları Yeniçeri Ağacı (The Janisarri Tree) ile başlıyor ve şimdiden dört romana ulaşmış durumda. (Yeniçeri Ağacı’nın 2007 yılında Edgar Ödülü’nü aldığını da belirteyim.)

Ben de bu dört kitap içinden en yüksek Goodreads puanına sahip olanı seçtim: Yılanlı Sütun. Roman 2. Mahmut’un ölüm döşeğindeki halinin anlatarak başlıyor. Sonra şehre bir Fransız arkeolog geliyor, ne olduğu belli olmayan bir şeylerin peşinde. Görüştüğü Rumlar ya ondan bahsetmek istemiyor ya da açıkça ondan hoşlanmadığını söylüyor. Kapalı Çarşı’da dükkan sahibi bir Rum tam da onunla görüştükten sonra ölüyor. Yashim ölen arkadaşının katilini merak ederken başka ölümler de gerçekleşiyor. Ölenlerin arasına Fransız arkeolog da katılınca ve onunla en son görüşenin Yashim olduğu ortaya çıkınca, artık Yashim’in olayı çözmesi üzerindeki şüpheyi kaldırmak için farz oluyor.

Konu böyle işte; tam cinayet-dedektiflik-macera. Ama bence o kadar da heyecanlı değil. Cinayetlerle ilgili ne biz bir şey biliyoruz ne Yashim. Bir hazinenin peşinde olunduğunu anlıyoruz, Aya Sofya’ya giriyoruz, Yerebatan’ın dehlizlerinde geziniyoruz ama romanın sonunda bile ne oldu tam anlayamıyoruz. Ben anlayamadım en azından. Bunu önce İngilizcemin yetmeyişine yordum ama aynı minvalde yorumları başkalarından da okuyunca pes ettim. İkinci eleştirim de aslında birincisiyle yakından ilgili; romanın bazı bölümlerinin kurgunun geneline katkısı ne oldu onu da çözemedim. Mesela padişahın ölmek üzere oluşu ve hakkındaki dedikodularla cinayetlerin ne ilgisi vardı?

Yine de romanı zevkle okudum. Yazarın Osmanlı Devleti’nin son döneminin detaylalrını, atmosferini, günlük hayatını yansıtmasına bayıldım. Çok hoş detaylar vardı. Yazar özellikle mutfağa ağırlık vermiş. Yashim’in pişirdiği yemeklerin (dolmalar, musakkalar…) tarifleri, sunumları, lezzetleri çok güzel anlatılmıştı. Özetle romanın kurgusundan çok atmosferi ve anlatımı etkiledi beni.

Romanın Türkçe çevirisi hakkında pek güzel yorumlar okumadım, zaten artık kitabın baskısı da bitmiş. Bu yüzden romanın İngilizcesini okumayı tercih ettim, siz de bu romanın muazzam atmosferini görmek isterseniz aklınızda olsun.