Çilesine Âşık, on beş kısa ve çok kısa öyküden oluşan kısa bir kitap. Öyküler insan tradejilerini anlatıyor. İçinde bol hüzün ve belki de insan dramının en bilindik nedenini (veya sonucunu) yani ölümü barındırması da bundan. Sıradan insanların acıları bunlar. Öte yandan bu kadar çok acı, dram, hüzün dedim diye kitabın sayfalarından göz yaşı damlıyor sanmanızı istemem. Okyay ayrılıkları, ölümleri, yalnızlıkları, mutsuzlukları onların koyu ve daha koyu tonlarını iyice koyultarak değil, hayatın neşesi ve mutluluğuyla tezatlığını göstererek anlatmış. Bu yüzden en koyu hikayede bile ya bir çocuğun saflığı ya da güneşli bir günün neşesini duyumsuyorsunuz. Ben bunları düşünürken Okyay da öykülerini benzer şekilde ifade etmiş:
“Yalnızca hüzün yüklü bir yaşamı işaret etmek istemiyorum, o hüzün içindeki sevinçleri, coşkuları, parlak noktaları da göstermek istiyorum. … yaşamdaki küçük ayrıntıların, sözcüklerin gücünü, inceliklerin değerini ve insan ilişkilerindeki önemini göstermek, insanın, onun sevgisinin biricikliğini ve paha biçilmez değerini vurgulamak istiyorum. ‘Öykü’nün bu anlamda önemli bir işlev üstlendiğini düşünüyorum.” (Edebiyathaber.com, 13 Nisan 2011)
Öykülerdeki konu çeşitlşiliği güzeldi. Ancak öykülerin çoğunun ölümle başlamasından veya ölümle bitmesinden de sıkılmadım değil. Ölüm çok vurucu ve etkili bir silah ancak bir felaketi anlatmak için ölüme başvurmak bazen parmaktaki ufak bir kesiğe üç dikiş atmak gibi. Oysa benim içimi en çok buran uzun süredir hasreti çekilen ve sonunda kavuşulan bisikletin ilk gün çalınması gibi kikâyelerdir. Belki de bu yüzden bir evliliğin ve kauçuk bitkisinin öyküsünü anlatan “Oyun” ile anılara dalıp çıkan “Zamanı mı?” adlı hikayeleri daha çok beğendim. Kitapta beğendiğim bir başka hikâye de yazarın Hrant Dink’e ithaf ettiği “Veranuş’un Sardunyaları” oldu. Bir de Türkan Saylan’a ithaf edilen “Önce Gülüşümü Aldılar Elimden” öyküsü var. Namus cinayetini anlatan bu öykü yukarıda anlattığım dramların mutluluklarla tezat edilerek anlatılmasına örnek gibi. Anası öldürülen kız çocukları öyküde anlatıldığı gibi bakılıp büyütülüyor mu bilemem ama maalesef öykünün geri kalanı gayet gerçekçi.
Öyküler, Orta Doğudaki savaşlardan namus cinayetlerine, hastalıklardan mutsuz evliliklere duyarlı bir insanın görüp durup da karşısında hissiz kalamayacağı konuları işliyor. Çoğunlukla da birinci tekil kişili anlatımın benimsenmiş olması bana öykülerin doğrudan Okyay’ın ağzından anlatıldığı, birebir onun tecrübe ve duygularını aksettirdiği hissi uyandırdı. Yazarın dili sade ve güçlü. Anlatımın gücü süslü cümlelerden değil yazarın duygusundan geliyor. Kolaycacık okunurken kelimeler ince ince nüfuz ediyor. Bazı yerlerde Arap çocukların “yuppi” diye sevinmesi gibi hiç gerçekçi olmayan detaylar da bu arada kaybolup gidiyor.
Çilesine Aşık‘ı beğenirseniz belki yazarın diğer kitaplalrından devam etmek istersiniz. Okyay’ın Çilesine Aşık’tan önce yayımlanmış iki hikaye kitabı, “Gölgesi Güz” ve “Geyikli Ormanı”, daha var. (Hatta Çilesine Aşık’taki bir hikayede de geyikli ormandan bahsediliyor.) Esasen mimar olan Okyay Birecik Barajı’nın suları altında kalan köylerde yaşanan dramın anlatıldığı öykülerden oluşan “Fırat’a Karışan Öyküler” (2002) kitabının koordinatörlüğünü üstlenmiş. ”Son Durak” adlı öykü antolojisinde de yer alan yazarın son kitapları ise ”Leylek Havada” ve ”Yeşilköy”.