Ankara, Mon Amour! – Şükran Yiğit

Ankara, Mon Amour!, kitapnotları‘nın tavsiyesi üzerine zevkle okuduğum bir Ankara romanı.

Ortaokulu, liseyi Ankara’da okudum ve üniversiteyi de yine burada okumaktayım. Ankara’yı seviyorum, burada o kadar çok anım var ki. Bu nedenle Ankara’da geçen bir roman okumak, tanıdık şeyleri görmek beni çok mutlu etti.

Arka Kapak’tan;
Ankara Mon Amour!
üst üste asılınca ertesi gün daha iyi ısıtan paltoların
cepli basma elbiselerin
dualarla ekilen simit ağaçlarının
üç tam bir paso’nun
troleybüs hızında giden bir hayatın
Zümrüt Pastanesi’nin ve Alemdar Sineması’nın
sabahtan öğlene bir yapmurla değişiveren dünyaların
ikindi sessizliklerinin
“bir hatırası olmanın”
“bir çay koyalımın”
mavi ODTÜ otobüslerinin
ciddiyetle Grundrisse okumaların
Nisan Tezleri‘nde aranan şiirin
yirmi yaşında olmanın
tiril tiril yeşil elbiseler giyen bir hayalin
kaplumbağa soyunun
en zor geçen o ilk altı ayın
elinden kavuşanların sevinci,
ayrılanların hüznü alınan Ankara Garı’nın
yani çocukluğun
arkadaşlığın
aşkın öyküsü…
Bize vaat edilenler de bunlar değil miydi zaten?

Bu kapak yazısından etkilenmek için Ankaralı olmanız, Ankara’da yaşamanız şart değil! Çocukluğumuza, saf duygularımıza, hüzünlere sesleniyor bu yazı.

Hikayemiz de Ankara’da bulunan Yenimahalle’de geçiyor. 60’lı yılların başları… Suna hastaneden yeni taburcu edilmiş, henüz okula başlamamış küçük bir kız. Suna’nın dünyasında neler oluyor, önce onun gözleriyle görüyoruz Ankara’yı. Anlam veremediği dedikodular, bir hikayesi olduğuna inandığı koltuk takımları, uğruna kıyasıya savaştığı gazoz kapakları var hayatında.  Hayatı dayısı Ömer’in Ankara’ya dönüşü ve karşıdaki Bahçeli Köşk’e Gülay Hanım ve Emel adındaki küçük kızın taşınmasıyla değişiyor. Küçücük bir çocuğun gözünden bir arkadaşlığın başlangıcına, bir aşkın filizlenişine ve beklenmeyen bir ölüme tanıklık ediyoruz.

Kitabın 2. bölümü ise Emel’i konu ediniyor. Bu sefer 80’li yıllardayız. Hayatları değişen ve tamamen farklı yollara ayrıldıktan sonra yeniden kesişen bu iki arkadaşın hikayesini öğreniyoruz. Türkiye’nin yakın tarihine de değinen sayfaları okurken hüzünlenmemek mümkün değil.

Son olarak ise Ömer Dayı hakkındaki bölüme geliyoruz. Burada yasak bir aş anlatılıyor. Bu aşkın doğurduğu sonuçlar ise herkesin hayatını etkiliyor.

Ankara, Mon Amour! okurken hem sizi gülümseten, hem de bir anda hüzünlendiren bir roman. Suna’nın çocukluğunun anlatıldığı bölümde önce gülümsemekten kendimi alamadım. Yazar Şükran Yiğit bu bölümde bir çocuğun bakış açısını mükemmel yansıtmış. Bir çocuğun kafa karışıklığı ile her şeyi kendince bir mantıklı kılıfa uydurması sizi gülümsetiyor. Ayrıca burada eski Ankara ile ilgili birçok şey öğreniyoruz. Eskisi ve değişmeyenleri ile Ankara…Sadece Ankaralılar’ın değil, herkesin çocukluğundan mutlaka bir iz bulabileceği sayfalar bunlar.

Emel’e geldiğimizde ise kimlik değişimini çok net hissedebiliyorum. Dediğim gibi kitap üç ayrı karakterin ağzından yazılmış. Şükran Yiğit‘i bu konuda da başarılı buldum. Emel’in ağzından dinlediklerimiz, dönemin içinde bulunduğu durumu da daha iyi yansıtıyor bizlere.

Ömer Dayı’ya ayrılan bölümde ise aynı olaylara farklı bir açıdan bakıyorsunuz. Bir anda arkadaşlıktan aşka doğru duygularınız değişiyor.

Ankara, Mon Amour! 167 sayfalık bir roman. Bir oturuşta okuyabileceğiniz türden. Yıllara göre kelime seçimleri değişiyor. Çocuklukları o yıllara denk gelen okuyucularımız belki daha keyifli okuyacaklardır, çünkü onlara daha tanıdık gelecektir her şey.

Kitap Yenimahalle’de geçiyor. Ben de Yenimahalle’de oturduğum için fazla ısındım romana diyebilirim:)

Bu romana bayıldım. Ankara ile ilgili daha fazla kitap okuma isteğimi de artırdı. Siz de bir başlangıç yapmak isterseniz Ankara, Mon Amour! güzel bir seçim olacaktır.