Durgun Sular Sessiz Akar Avusturya’daki uzun öğrenciliğinin sonuna gelmiş bir Türk gencin son aylarında yaşadığı garip bir ilişkiyi konu alıyor. Kahramanımız Kayhan bitirme tezinin jüri gündemine alınmasını beklerken 3 aylığına Elisabeth Weiss adlı orta yaşlı ve güzelce bir kadının annesinin evini kiralıyor. Sevgilisinden yeni ayrılmış, ilişkilerinde tatmin bulamamış, cinsel dürtüleri güçlü ve o sıralar arkadaşlarından da uzak kalan Kayhan elbette Weiss’e kendini kaptırmadan edemiyor. Psikoz içinde olduğu kısa zamanda okuyucunun da gözü önüne serilen Weiss ile bunalımda olduğunu düşündüğüm Kayhan’ın ilişkisi “Roberto da kim?” sorusuyla iyice açmaza giriyor.
Bu anlattıklarımın tanıtım yazısından daha sade ve dürüst olmak dışında pek farkı yok. Zira tanıtımda bahsedildiği gibi “sıra dışı aşk, kültürel farklılıkların insani boyutlar yanında ne denli önemsizleştiğini” filan göstermiyor. Ortada bir aşk var mı, varsa da bu iddia edildiği gibi Kayhan ile Elisabeth arasında mı çok tartışılır. Ama tanıtımdan alınan şu sözler doğru “Hastalıklı bir tutkuya dönüşen cinsellik, yabancılık duygusu ve yalnızlık…” Evet bu üç unsur kitabın sayfalarından damlıyor.
Konusu ve atmosferi anlayacağınız gibi pek neşeli olmayan bu kitabı sizin için daha da ağırlaştıran bir şey daha var: yazarın anlatımı. Önce şunu belirteyim hep aynı kelimelerin kullanıldığı kısıtlı veya güçsüz, solgun, etkisiz bir anlatım asla değil. Kolay okunan ama tasvirleriyle, soyutlamalarıyla üzerinizde etki yaratan bir üslubu var Muammer Kırdök‘ün. Yalnız bence özlülükten çok uzak.
Kayhan’ın gelgitleri, depresyonları, Weiss’in cinsel çekiciliği ve Kayhan tarafından gözlemlenen ruh halleri bilinç akışı tekniğiyle uzun uzuuun upuzuuun anlatılmış. Düzenli aralıklarla sevişmeleri ve Kayhan’ın bu aralıklarda tatminsizliğinin verdiği depresyon ve kafasına takılan soruların gazabında geçirdiği zamanlar dışında pek bir şeyin olmadığı kitapta neyi sayfalarca anlatabilirsiniz? Elbette tekrarlar, başa dönmeler… on kere yüz kere Kayhan’ın “Bayan Weiss benden ne istiyor, neden bana kendini açmıyor, Roberto da kim?” diye dertlenmesini okumak romana ve okuyucuya bir şey katmıyor. Benim gibi sıkılıp bir iki paragraf atlayan okuyucu hiçbir şey olmamış gibi diğer sayfadan okumaya devam edebiliyor. Kurguya en ufak katkısı olmayan olay ve detayların konudan sapılarak sayfalarca anlatılması beni geçrekten çok yordu. O kadar ki azıcık düşünsem bulabileceğim mantık hatalarını aramaya bile takatim kalmadı.
Hepsinden de öte ortada okumaya değer ne vardı diye düşünüyorum. Sayısız sevişme arasında arka kapak yazısının iddiasının aksine insan ruhuna ilişkin ne bulduk? Yazarın yalnızlık ve şehvet üzerine döşediği tumturaklı sayfalar insan ruhunu mu yansıtıyordu? Bir insanı, diyelim ki Kayhan’ı, anlamak için karşı cinsle ilişkileri kadar, hayallerini, çocukluğunu, ailesiyle ilişkilerini, çektiği zorlukları da bilmemiz gerekmez miydi?
Madem öyle neden okuyup bitidin diyebilirsiniz. İki nedenden: Birincisi ve en önemlisi acaba bir şey çıkar mı diye merak etmem. Cevabı söylüyorum; mektup tablo, çapkın arkadaştan yapılan soruşturmalar, çeşit çeşit “arkadaş” karakterleri hepsi boşaymış. İkincisi de ilk sonucun da iyice beslediği “bu anlatılanlar yazarın başından geçmiş” inancı. Yani “Romansa sıkıcı ama gerçekse ilginç” diye düşünmek.
Kırdök, Almanya’da işadamlığı yapan, koleksiyonerliği ile tanınan ve Durgun Sular Sessiz Akar ile ikinci romanına imza atmış biri. Üniversite yılları da Kayhan gibi Viyana’da ve aynı dönemde geçmiş. Bu benzerlik elbette bahsettiğim inancı yeterince desteklemez. Diğer yandan Kayhan’ın iç dünyasının bitmek tükenmek bilmez ama “tutarlı” ve tüm gariplik ve olumsuzluklarına rağmen “anlaşılabilir” izahı aklımı çeliyor. Bana bunu ancak kendisini anlatan ve hayali bir kimliğin verdiği rahatlığı yaşayan biri başarmış olabilir gibi geliyor. Bir de kurgu demek yalan söylemektir. Yalanda işlevsiz detay pekolmaz. Oysa burada başından geçen bir olayı anlatırken gereksiz detay vermeyi, konuşmayı seven, biraz da dinleyiciye olduğundan çok kendi kendine konuşan bir adam var sanki. Zaten Kayhan da demiyor mu bu olanları kimseye anlatmadım, anlatsam da kimse inanmazdı, sonra ben de gerçekliğinden şüphe eder oldum, içimi boşaltmak istedim diye. (Yazar röportajlarında romanın kurgu olduğunu söylemiş.)
Çok eleştirdim; bir açık kapı da bırakayım. Belki de Kayhan’ın ilişkilerinde kendisi olamaması, gurbet elde yabancı olmanın bir anolojisidir ve başka nice gizli anlatılar vardır kim bilir?
Kitabın adı mı? Gerçekten hala ne anlama geldiğini ben de bilmiyorum.