Amerikalı bir yazarın elinden çıkan en kaydadeğer ilk roman. Ve hiç şüphesiz ki, gelmiş geçmiş en büyük romanlardan biri.
-The New York Times ,Yüzyılın Kitapları
Kan ve ölümle harmanlanmış dev bir aşk ve savaş destanı.
Rüzgar Gibi Geçti, 1860’larda Amerika’nın iç savaş döneminde kuzey ve güneylilerin savaşını anlatmaktadır.
Hikayemiz güneyde geçmektedir. Her şey savaş çıkmadan önce başlamıştır.
Scarlett O’Hara, ailelerine ait olan Tara’da yaşamaktadır. İki kız kardeşi vardır. Annesi ve babası ile birlikte Kızıl Topraklar’da Tara’da yaşamaktadırlar. Çok güzel bir kızdır. Ama biraz inatçıdır ve kimseden sözünü esirgemeyen bir yapısı vardır. Bu yapısını İrlandalı babasından almıştır. Annesi gibi nazik, düşünceli, naif olmak istese de babasına daha çok benzemektedir. Daha on altı, on yedisinde olmasına rağmen tüm erkekler onun etrafında dolaşmaktadır. Ama Scarlett herkesin bildiği gibi hepsiyle gönül eğlendirmektedir. Hayatını balolarda eğlenerek, kızların kıskanç bakışları altında onlarla eğlenerek ve alay ederek geçirmektedir. Ta ki yıllardır görüştüğü Ashley Wilkes’in kuzeni Melanie ile evleneceğini duyana kadar. İşte o zaman Ashley’i sevdiğini anlar ve buna engel olmak ister. Aslında çevresindeki herkesin de dediği gibi Ashley ona göre değildir. Wilkes’ler sadece kitap okumak, şiir dinlemek ve sakin bir hayat yaşamaktan başka bir iş yapmayı bilmeyen işe yaramaz kişiler olarak görülmektedirler. Scarlett ve çevresindekiler eğlenceye ve hareketli bir yaşama düşkündürler ve buna da alışmıştırlar. Ayrıca Wilkesler’in bu nedenle sadece aile içi evlililk yaptıkları bilinmektedir. Ama Scarlett yine de kimseyi dinlemez ve bu evliliğe engel olmak ister. Ashley’i çok beğenmektedir. Ashley’nin nişanının duyurulacağı gün gizlice Scarlett, Ashley’i bulur ve ona onu sevdiğini itiraf eder, ondan da aynı şeyleri duymak ister ama Ashley onu kafa karışıklığı içinde bırakır. Yine de Scarlett onu sevdiğini düşünür. Aslında bu durum bir bakıma doğrudur, bir bakıma ise değil. Lakin Scarlett, Ashley’e aşkını itiraf ederken kötü üne sahip Rhett Butler tarafından dinlenir. Aslında durum tamamen tesadüfi olmuştur. Ama Butler’ın eline koz vermiştir bir kere. Scarlett, bu adamdan nefret etmektedir. Çünkü Butler adeta onun düşüncelerini okuyordur. Ve eline fırsat geçtiğinde de alayını ondan esirgemiyordur.
Rhett Butler, toplum tarafından dışlanmış biridir. Hatta ailesi tarafından bile reddedilmiştir. Lakin çok zengindir. O zamanlarda kimsede görülmeyen bir karaktere sahiptir Butler. Küstahtır, kimsenin ne düşündüğünü umursamaz ve kendi mutluluğu ve keyfi için hayat sürer. Düşünceleri, tavırları yüzünden toplum tarafından dışlanmak umurunda değildir. Çünkü zeki ve zengin biridir. Dünyayı gezmiştir, çok hayat görmüştür. Bu da hayat felsefesini etkilemiştir. Her durumda kahkaha atmayı ve alayını kimseden esirgemez. Aslında Scarlett O’Hara ile birbirlerine çok benziyorlardır.
Amerika’nın 1860’larında güneydeki toplum sıkı bir yapıya sahiptir. Bayanların kesinlikle katı kuralları vardır. Hayatlarını belli sınırlar içinde yaşıyorlardır. Ve eğer kötü veya aksi bir davranışta bulunan biri olursa toplum tarafından tepki görüp dışlanmaktadırlar. Ama kuzeyde durumlar daha farklıdır. Hayat şartları biraz daha esnektir. Hatta köleleri özgür bırakmaya kadar gitmektedir planları. Ama güneyde tam tersidir bu durum. Güneyliler kölelerin hakları olduklarını kabul etmez ve kendilerini kuzeylilerden üstün görürler. Bu durum üzerinden kuzeyliler ve güneyliler; demokratlar ve cumhuriyetçiler olarak ikiye ayrılırlar. Ve bu konularda romanımız geçmişe ışık tutar ve siyaset ve ırkçılık konularını işler…
Ashley’nin kuzeni Melanie ile evlenmesinin ardından kıskançlığından Scarlett O’Hara, Melanie’nin erkek kardeşi ile evlenir. Bu arada savaş başlamıştır. Eşi ve Ashley savaşa gitmiştir. Onurlu birer beyefendi oldukları için savaşa gitmeleri gerekiyordur. Lakin kendinin beyefendi olduğunu kabul etmeyen Rhett Butler savaşa katılmaz. Çünkü savaşın mantıksız olduğunu ve güneylilerin yani kendi taraflarının kaybedeceğini bilmektedir. Kendisi de bu durumdan yararlanıp abluka kırıcılığı görevini üstlenir. Kuzeyde bir çok arkadaşı vardır. Savaş zamanının kötü günlerinde güneye mal getirilmesini sağlıyordur. Bu da ününü biraz iyi yönde etkilese de Butler bunu yine bozmayı başarır.
Margaret Mitchell savaş sahnelerinin anlatımını, savaşın ardındaki hayatları çok etkileyici bir şekilde anlatmıştır. Ellerindeki tüm paraları savaş meydanına gönderen güneylilerin hiçbir şeyleri kalmamıştır. Hayatlarındaki her şeyden vazgeçmişlerdir. Ciddi yiyecek, giyecek, sağlık problemleri yaşamaktadırlar. Adeta hayatta kalma mücadelesi vermektedirler. Erkekler olmadan üretim durmuştur. Kadınlar ya savaştaki eşlerine üzülmektedirler yada çocuklarının ve kendilerinin durumuna üzülmektedirler.
Romanımız bu üçlü çercevesinde ilerler ve beklenmeyen olaylar sizleri bekler. Hikayemiz öyle şekiller alacak ki bazen çok kızacaksınız, bazen çok duygulanacaksınız ve bazen de merak içinde hemen her şeyi öğrenmek isteyeceksiniz. Yazarımız aslında uç noktalarda devam ettirmiş hikayesini bana göre. Olmaz, olmamalı denilen olaylar olmuş hep.
Rüzgar Gibi Geçti hakkında kendi yorumumu eklemeden geçemeyeceğim. Tarih hakkında gerçekten güzel bilgiler sunup bizi etkilese de Margaret Mitchell’in, Scarlett’in tavırları ve bitmek bilmez Ashley aşkı ile okuyucuyu biraz sıktığı düşüncesindeyim. Ve yazarımızın anlatım tarzı biraz olayların heyecan ve merakını arada bozmuştu doğrusu. Bölüm geçişlerinde çok büyük olayların bir cümlede olup bitiyor olması beni fazlasıyla rahatsız etti. Ama savaş öncesi ve sonrası anlatımı gerçekten çok güzel. Ve yazarımız öyle tanımlamalar yapmış ki, sayfalarca diyebilirim. Yada benim okuduğum kitabın 942 sayfa olması ile de kaynaklanıyor olabilir. Belki kısaltılmışlarında bunu göremezsiniz ama bence kesinlikle 942 sayfalığı okumanızı öneririm.
Rüzgar Gibi Geçti’yi bitirir bitirmez hemen filmini de izledim. Açıkçası film bende Casablanca etkisi yarattı. Tabi ki o müziklerinden bahsediyorum. Bunun dışında tamamen kitapla aynıydı diyebilirim, sadece çok küçük bir ayrıntı dışında. Hiç böyle kitabıyla neredeyse aynı yapılmış bir film görmediğimi de söylemeliyim. Film tamamen kitaba bağlı ilerler, başlangıcından sonuna kadar sahneleri bile aynıdır. O kadar benziyor ki film sadece kitaptaki repliklerden oluşmaktadır. Ama kitabı okumuş biri olarak yapılan espiri ve göndermeleri hemen anlasanız da bu diger izleyiciler için yeteri kadar açıklanmamış. Kitabı okumayan birinin anlayamayacağı birçok durumdan söz ediyorum yani. Bir de her zaman ki gibi romanımız benim hayallerimde daha farklıydı. Herkeste farklıdır elbette ama sanırım bunun nedeni filmin çekilme zamanından kaynaklanıyor. Yeniden çekilse hiç fena olmaz.
Siyasetin, ırkıçılığın, aşkın ve savaşın izlerini her sayfada görebilceğiniz bir roman. Rüzgar Gibi Geçti sinema tarihinin en büyük epik dramı olarak görülmektedir. 14 dalda Oskar adayı olan filmi 9 dalda ödül kazanmıştır ve birçok onur ödülüne sahiptir. Tabi ki filmi izlemeden önce romanını okumanızı oneririm .İyi okumalar.