Son Ada, Kitap Kardeşliği Nisan Ayı kitabı ve yakın arkadaşlarımdan doğum günü hediyemdi. Zülfü Livaneli’nin bu kitabı oldukça övüldüğü için merakımın olduğu bir kitaptı. Özellikle gündemdeki olaylar, Türkiye’nin içinde bulunduğu dönemle bağdaştırıldığı için insanlar bu kitabı yeniden okumaya başlamışlardı. Kitap Kardeşliği’nin bahanesiyle zaten okumak istiyordum, hediye olarak gelmesi de bu nedenle çok güzel oldu.
Son Ada, Zülfü Livaneli‘nin Orhan Kemal RomanArmağanı (2009) kazandığı kitabı. Kitabın ön sözünde Yaşar Kemal’e ait bir yazı bulunmakta. Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli’nin “Büyük Kapı”dan bu kitapla girdiğini söylüyor. Böyle bir önsözü okumak kitaba olan ilginizi artırıyor açıkçası.
Başkent’ten uzakta, kimselerin varlığından haberdar olmadığı ya da çoktan unutmuş olduğu bir ada bulunuyor. Ada’da haberi olan birkaç kişi yıllar önce gelerek buraya yerleşmiş, gözlerden uzak sakin bir ada hayatı sürmektedir. Kimsenin birbirine karışmadığı, kardeşlik ve barış ortamının hakim olduğu, insanların yeşilin ve denizin keyfini çıkardıkları, martıların seslerinin hakim olduğu bu adaya bir gün emekli devlet başkanı, emekliliğini sürdürmek üzere geldiğinde adadaki bütün dengeler bozuluyor. Başkan, adayı adeta küçük bir devlet edasıyla yönetmeye başlayınca, insanlar önce tehlikenin farkına varmıyor, vardıklarında da her şey için geç kalmış oluyorlar.
Son Ada‘nın öyküsü adsız bir anlatıcı tarafından, bir ada sakini tarafından anlatılıyor bize. Yıllar önce ülkesinin karmaşasından sevgilisi Lara ile kaçıp gelmiş bu anlatıcı, Ada’nın başına gelenleri, arkadaşı Yazar’a gönül borcu olarak anlatıyor. Yazar, başkanın yaptıklarına en başından karşı olan, her şeyin farkında olup insanları ikna edemeyen birisi. Başkan’a karşı çıktığında başına gelenlerin akıbeti ne oldu bilinmiyor, bu nedenle anlatıcımız Yazar’a borcunu, bu hikayeyi herkese anlatarak ödemeye çalışıyor.
Başkan’ın diktatör yönetimi ve getirdiklerini Son Ada’yı okuyarak öğrenebilirsiniz.
Önce kitabın tarzıyla ilgili konuşalım. Anlatıcı bir ada sakini. Ada sakini olarak gelen tehlikenin varkına varmadığı için üzgün. Bu hikayeyi anlatırken aslında iyi bir yazar olmadığını ancak bu hikayeyi mutlaka anlatmak zorunda olduğunu söylüyor. Zülfü Livaneli’nin kullanmış olduğu bu tarzı sevdim. Öncelikle bu şekilde bu karaktere daha çok ısınıyoruz. Öyküyü profesyonel bir yazar gibi değil de acemi çaylak olarak anlatması, aslında bizlere dert yanması, bizimle konuşma ihtiyacı olan gerçek bir insan pozisyonundaymış gibi algılamamı sağladı. Bu nedenle sevdim. Biraz eski tarz romanları da andırıyordu sanki, hani şu olayın ortasında müdahale eden, şimdi kızmayın ama şöyle olacak diye öyküyü bölen yazarların olduğu romanlar… O kadar acemice bir tarz yoktu tabi ortada ama, anlatıcı da arada bir nefes almak istiyor, aklına bambaşka şeyler geliyor, bu da bana o tarz romanları hatırlattı sadece.
Kitabın öyküsü, küçük bir adada gizliden gizliye, yavaştan yükselmeye başlayan bir diktatör yönetimini anlatıyor. Başta her şeyin halkın yararına olduğu söyleniyor, insanlar buna inanıyor ve daha sonra sadece bir kişinin istediklerinin olduğu yıkıcı bir yönetim çıkıyor ortaya. Tabii bu yönetimi gerçek hayattan örneklerle bağdaştırmamız mümkün. Kitapta başkan karakteri daha simgesel durduğu için, bana tiyatro oyunlarındaki konuşmaları abartılı karakterler gibi geldi biraz, hani niyeti çok belli olsun diye replikleri abartılı olan karakterler. Diktatör bir yönetimin yükselişine halkın neden en baştan uyanamadığı konusunda güzel bir örnek oluşturuyor kanımca.
Kitapta sadece başkanın yaptıklarından değil, olayların insanlar üzerindeki, doğa üzerindeki etkisi anlatılıyor. İnsanların karakterleri değişiyor, olaylara farklı tepkiler veriyorlar, acımasızlaşıyorlar. Doğa bozulan ekolojik sisteme karşı tepki veriyor. Bunlar ince ince düşünülmüş güzel ayrıntılardı.
Benim kitabımın sonunda ( 46. Basım ) Gezi Olayları’ndan sonra Zülfü Livaneli’yle yapılmış bir röportaj da yer alıyor. Bu yazıyı bulup okursanız kitabın temsil ettikleriyle ilgili daha geniş bir bilgi edinebilirsiniz. Zülfü Livaneli, Gezi Olayları’ndan çok önce yazmış olduğu bu kitabıyla sanki geleceği görmüş de Son Ada’yı kaleme almış gibi adeta.
Kütap Kardeşliği’nin Nisan ayı kitabı olduğunu da söylemiştim. Ben daha sonra okuma fırsatı buldum tabii. Bilmeyenler için, her ay beraber okuduğumuz kitap hakkında ay sonunda da bir sohbet yapılıyor. Orada kendinizi en çok hangi karaktere yakın hissettiniz, siz ada sakinlerinden birisi olsaydınız ne yapardınız gibi sorular sorulmuştu. Benim en yakın hissettiğim karakter, hatalarına rağmen anlatıcının kendisiydi. Zaten Yazar karakterinin yerinde olmak, onun kadar açık gözlü, olayları gören birisi olmak bence sadece kitabı okuyan birinin söyleyebileceği rahatlıkta. Bu nedenle anlatıcıya yakın hissettim. Onun gibi bazen sustum, konuşmaya korktum, ama yeri geldiğinde de ağzımdan çıkacaklara engel olamadım.
Son Ada, kısa ve bir solukta okuyabileceğiniz bir roman. Zülfü Livaneli‘yi Yaşar Kemal’in deyişiyle “Büyük Kapı”dan sokan bu romanı siz de mutlaka okumalısınız.
Zülfü Livaneli’nin Morkitaplık’ta yer alan diğer romanları;