Tavan Arasındaki Buda – Julie Otsuka

Tavan Arasındaki Buda kitabını ilk kez bir kitapçı rafında gördüm, derhal okumak istedim. Her ay bu kitabı okuyacağım dedim ama araya başka kitaplar ve işler girdi. Sonunda İstanbul Kitap Fuarı’ndan bu küçük romanı aldım ve okudum.

Otsuka’nın romanı ABD’nin tavan arasına kaldırılmış eski ve tozlu bir konuyu işliyor: Amerika’nın Japonları ve iki dünya savaşı arasında yaşadıkları. Romanın başkahramanı olan kadınlar, sahte fotoğraflarda görüp beğendikleri ve gerçekle ilgisi olmayan vaatlerine inandıkları adamlarla henüz Japonya’dayken evlenip San Fransisco’ya doğru yola çıkıyorlar. Buldukları umduklarından çok farklı çıkıyor. Sonrasında olanlarsa Japon kadınların gözünden hem kadın, hem göçmen, hem ”renkli” olmanın nasıl bir şey olduğunu anlatıyor.

tavan-arasindaki-buda-julie-otsukaBaşkahraman için ”Japon kadınlar” dedim çünkü roman bir kadını değil birinci çoğul kişi kullanarak farklı farklı pek çok kadının öyküsünü anlatıyor. Sanki onların arasında uçan bir sinek gibi bir saniye birinin diğer saniye başkasının hayatına göz atıyorsunuz. Roman edebi türler içinde görece yenidir, bireyi anlatır. Romanda alıştığımız tekil kişi çekimlerini görememek garip gelebilir. Özdeşleşecek, takip edecek tek bir baş kahraman bulamayan okuyucuyu da zorlayabilir ama biraz kendinizi akıntıya bırakırsanız başka tatlar alacağınızı düşünüyorum. Bu anlatım, tekniği bu kadar kısa bir metinle anlatılamayacak kadar çok hayattan ve olaydan bahsetme imkanı vermiş. Bireylerin olduğu kadar bir topluluğun da duygu, düşünce ve tutumunu yansıtmış. Bir topluluğun kolektif kimlikleri nedeniyle yaşadıklarını çoğul kurulmuş cümlelerle anlatmak bence çok güzel düşünülmüş. İlginç bulduğum ve yazarın bunu bir mesaj vermek için mi yaptığını yoksa sadece bir tesadüf mü olduğunu bilemedim nokta ise bu çoğul cümlelerin öznesinin romanın son bölümünde değişmesi. (Spoiler!) Okyanusu aşarak ipek kimonolar içinde gelen Japonlar gruplar halinde bilinmeyen kamplara gönderilince son bölümde ”biz” diyerek anlatımı devam ettiren geride kalan beyaz Amerikalılar oluyor.

Otsuka’nın ilk romanı When the Emperor was Devine ise Tavan Arasındaki Buda’nın kaldığı yeri, II. Dünya Savaşı sırasında ABD ve Japonya biribirine düşman olunca kamplarda gözetim altında tutulan yaklaşık 120 bin Japon göçmenin öyküsünü anlatıyor. Yazarın bu konuya bu denli eğilmesinin nedeni ise çok açık. Bu öykü, öyküler, esasında Otsuka’nın ailesinin de öyküsü. Büyükanne ve babası göçmen olan Otsuka’nın annesi 8 yaşındayken ailesiyle birlikte kampa gitmiş ve savaş sonuna kadar orada tutulmuş. Kişisel bir ilgi ve duyarlılık kaynağı olan bu gerçekten hareketle sakın yazarın ailesinden duyduklarını anlattığını sanmayın. Romanın sonundaki kaynakçadan da anlayacağınız üzere (romanın kaynakçası bile var anlayın işte!) yazar ABD’deki Japon göçmenlerin hayatını ve özellikle kampları en ince ayrıntısına kadar araştırmış.

Bu gibi durumlarda kimi yazarlar romanlarını bir ders kitabına çevirirler, bilgiye boğarlar. Otsuka birikimini kurgusunu ve karakterlerini rafineleştirmekte kullanmış, kesinlikle didaktik olmamış. Bu yüzden romanın doğallığı da bozulmamış. Örneğin “saldırı”nın Pearl Harbor saldırısı olduğundan hiç bahsedilmemiş, zaten romanın anlatıcısı Japonlar için de bunun o ya da bu saldırı olmasındansa haklarında tehcir kararı çıkaran valinin sözleri çok daha önemli olsa gerek. Ayrıca Japon göçmenlerin iyisiyle kötüsüyle anlatılması, ne “beyazlar”ın ne de “renkliler”in salt erdem ya da kötülük timsali olarak resmedilmemesi hoşuma gitti.

Çevirisi, baskısı, dili  her şeyiyle su gibi içip bitireceğiniz biz kitap. Bu Duygu Akın’ın çevirisinden okuduğum ikinci kitap ve yine çok memnunum. Domingo ise kitabın baskısına, editörlüğüne çok özenmiş. Çeşitli ödüller de almış bu kitabı farklı bir şeyler okumak isteyenlere tavsiye ederim.