Kurgu güzeldir, insanın düş gücünün, yaratıcılığının eseridir. Öte yandan hayatın kendisi çoğunlukla bana her türlü kurgudan ilginç gelmiştir. Hele de 19. yüzyılın başında Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın Fransa Kralı V. Charles’a hediye ettiği, yazarın Zarafa adını taktığı, bir zürafanın yolculuğu anlatılıyorsa…
Allin Paris’teki Jardin des Plantes’e (hayvanat bahçesi) duyduğu sevgi veilesiyle burada yaşamış olan Zarafa’nın öyküsünden haberdar oluyor ve onun peşine düşüyor. Hakkında biraz gerçek biraz kurgu pek çok şey yazılmış olan Zarafa‘nın öyküsünü o denli derin araştırıyor ve o denli seviyor ki içine hiç kurgu katmadan anlatıyor. At arabaları ve gemilerden gayrı taşıtın bulunmadığı, Avrupa’da Aydınlanmanın ahiren hakim olduğu, Osmanlı’nın dağılma sürecine girdiği, devlet adamları arasında vahşi ve egzotik hayvanların pek kıymetli hediyeler kabul edildiği bir dönemden bahsediyoruz. Yazar da sadece Zarafa’nın yolculuğunu değil, onu bu yolculuğa çıkaran kültürel ve siyasi çevreyi, Mehmet Ali Paşa’dan Fransa’nın İskenderiye Başkonsolosu Dovetti’ye, bilim insanı Saint-Hilaire’den zürafanın bakıcıları Hasan ve Atir’e bu süreçte rol alanları, zürafayı ve görenler üstünde yarattığı etkiyi de anlatıyor. Kitabın sonundaki teşekkür bölümünden anlaşılan yazar bu kitap için çok ciddi bir araştırma, hatta Hartum’a uzanan bir seri ziyaretler yapmış ve bunu da içeriğe yansıtmış.
Kitap bu geniş perspektifiyle sık sık basit bir macera kitabından ciddi bir tarih kitabına dönüşüyor. Özellikle kitabın ilk yarısında zürafadan pek az bahsediliyor. Tarihten hoşlanmayanlar buralardan sıkılacaktır fakat biraz umut varsa ancak bu kitap tarihi sevdirebilir. Bazen cümleler fazla uzasa da anlatım iyi ve çeviri de gayet güzel.
Resimler ve haritalarla zenginleştirilmiş olan kitap yukarıda belirttiğim gibi geniş bir araştırmanın ürünü. Araştırmalar ne derece sıkı olursa olsun Mısır kısmının yazarın da işaret ettiği gibi güdük kalması tesadüf değil. Avrupalıların arşivciliğe verdikleri önem ve devletin kurumsallığı geleneğinin eskiliği kendini zürafanın her adımının kaydedilmesinden anlaşılıyor. Okuma-yazma bilmeyen (kitapta böyle geçiyor) Mehmet Ali Paşa’nın tarafında ise hemen hemen hiç yazılı bilgi yok. Kitapta zaten sık sık kültürlere değiniliyor. Fakat böyle satır araları iki toplum arasındaki farkı iyice ortaya kokuyor. Yani sadece yazanlar değil, böyle yazmayan ama anlaşılanlar da ilginç.
Tarihi, hayvanları ve böyle sıradışı şeylere tutkuyla bağlı insanları seviyorsanız tavsiye ederim. Beğenirseniz üzerine bu zürafanın benzerinin İstanbul’da yaşadıklarını anlatan Sunay Akın kitabını (İstanbul’da Bir Zürafa) da okuyabilirsiniz.