Alexandre Dumas – Son Şövalye

-Gönüllü Yazarımız Aslı Göksu’dan-

Alexandre Dumas’nın 125 yıl boyunca Paris Milli Kütüphanesi’nin arşivlerinde saklı kalan “Son Şövalye” adlı eseri, Sainte-Hermine Kontu’nun macelarını anlatmaktadır. Kitap, “Beyazlar ve Maviler” ile “Yehu’nun Yoldaşları” adlı eserlerin devamı niteliğindedir.

Son Şövalye, her ne kadar Hector Saint-Hermine’in hikayesini anlatıyor olsa da, kitap Napolyon Bonaparte ile başlamaktadır. Hatta okuyucuyu şüpheye düşürecek kadar uzun bir süre yalnızca Bonapart’tan ve o dönemki siyasi olaylardan bahsetmektedir. Yalnız şunu unutmamak gerekir ki, o da Dumas’nın tarihe ne kadar önem verdiğidir. Alexandre Dumas, hikayelerini tarihin içinde yazmakla kalmaz, verdiği tüm ayrıntılar, bilgiler, hepsi gerçektir. Bu nedenden ötürü Dumas’nın eserleri çok büyük tarihsel önem taşır. Üç Silahşörler’i okuyan birisi Fransa’nın krallık dönemini öğrenirken, Son Şövalye’de Napolyon’un birinci konsüllükten imparatorluğa dönüşümüne şahit olur.

Eserimize geri dönecek olursak, Bonapart’ın yöneticiliği, ilişkileri ve ailesinin yanı sıra (özellikle eşi Josephine’in borçlarından birkaç bölüm boyunca bahsedilmiştir) asıl bizi Sainte-Hermine Kontu’na ulaştıracak olan Yehu’nın Yoldaşları anlatılmaktadır. Başta da bahsettiğim üzere zaten bu kitap Yehu’nın Yoldaşları’nın devamıdır.

Yehu’nun Yoldaşları konsüllüğe karşı oluşan bir örgüttü ve kraliyet yönetiminin geri gelmesi gerektiğine inanıyorlardı. Kitabın sonraki bölümlerinde Bonapart’ın, Mısır seferi dönüşünde kaldığı bir otelin yemek odasında şahit oldukları Yehu Yoldaşları’nın nasıl insanlar olduğunu daha iyi anlamımıza neden olmuştur. Bonapart yemek sırasında yanındaki yurttaşlarla sohbete dalar (o sırada Bonapart kimliğini gizlemektedir) ve Yehu’nın Yoldaşları’ndan konu açılır (o dönemde konuşulan tek konunun bu olduğunu düşünürsek normal karşılanacak bir durumdur). Yanında oturan adamlar gündüz vakti soyulan bir posta arabasının başından geçenleri anlatmaktadırlar. (Hemen belirtelim Yehu’nun Yoldaşları’nın düzenli olarak gerçekleştirdiği eylemlerden biri de devlete ait posta arabalarını soymaktı.) Adamın anlattığı hikayeye göre soyulan arabanın arabacasının da parası alınmıştır. Bu doğal olarak çok tepki görmüştü çünkü Yehu’nun Yoldaşları’nın o güne kadar devletin parası dışında başka birinden para aldıkları görülmemişti. Masada bu konu konuşulurken içeriye Cadoudal (Yehu’nun Yoldaşları’nın lideri) girer ve gündüz yapılan soygunda parası alınan kişiye parasını geri verir ve bu yanlışlık için özür diler. Buradan okuyucunun anlayabileceği gibi Yehu’nun Yoldaşları tamamen asil ve dürüst yurttaşlardan oluşmaktadır. Cadoudal böylece Bonapart’ın takdirini kazanır ve Bonapart onu düşmanındansa, müttefiği olarak görmek istediğine karar verir. Paris’e döndükten sonra Cadoudal’a bir barış isteği gönderir (tabii bu kararda yoldaşların ona bu zamana kadarki neden olduğu maddi zararlar da etkilidir.) Uzun görüşmeler ve talepler sonucunda iki taraf da barışın Fransa leyhine olacağına karar kılarlar ve Cadoudal özgür bir adam olarak İngiltere’ye döner. Cadoudal bu sırada tüm yoldaşlarına haber göndererek ikinci bir emre kadar onlarında özgür olduklarını ve hayatlarına kaldıkları yerden devam etmelerini söyler.

İşte bu sırada Sainte-Hermine Kontu hikayemize dahil olur. Matmazel Claire de Sordis davetlerde daha önce birçok kez Hector Sainte-Hermine’yi görmüştür ve ona aşıktır. Aynı şekilde Hector’de ona karşı boş değildir. Ancak bu güne kadar konuşma fırsatları hiç olmamıştır. Daha doğrusu Hector konuşmaya yanaşmamıştır. Çünkü kendisi Yehu’nın Yoldaşları arasındadır ve bir kaçak hayatı yaşarken evlenme fikri çok bencilcedir. Hector aslında kendi isteğiyle katılmamıştır Cadoudal’a. Hector’un babası kraliyet uğruna canını vermiştir. Aynı şekilde iki abisi babalarının izlerinden giderek yine bu uğurda öldürülmüşlerdir. En son kaybettiği abisi, Hector’e ölmeden önce onların davasını devam ettirmek için ona söz verdirtmiştir. Kitabı okuyanlar görecektir, Hector sözlerine bağlı ve çok büyük erdemleri olan bir karakterdir. Ailesine verdiği söz için Yehu’nun Yoldaşları’na katılmış ve bu yüzden hayatının en parlak yıllarını mağaralarda kalarak, bir kaçak hayatı yaşayarak geçirmiştir. Cadoudal’ın mektubunu aldıktan sonra Hector büyük bir mutluluğa kavuşur ve Matmazel Claire’e giderek ona evlenme teklifi eder. Claire bu teklifi büyük sevinçle kabul eder.

Hector ve Claire güzel hayaller kurarken sarayda işler karışmaktadır. Bonapart, polis bakanı Fouché’nin görevlerini gittikçe azaltmaktadır ve yeni kurduğu bakanlığı onun yerine getirmek üzeredir. Fouché’nin kötü ve içten pazarlıkçı kişiliği de eklenince, işini kaybetmesi içten bile değildir. Ancak Fouché zeki bir adamdır ve işini kesinlikle çok iyi yapar. Fouché, gizli ajanlar tutarak Fransa’da Yehu’nun Yoldaşları’nın barıştan önce yaptıklarını bu ajanlara yaptırtmaya başlar. Ajanlar aynı yoldaşlar gibi giyinmektedir ve Cadoudal adına çalıştıklarını söylemektedirler. Bu kimlikle sadece posta arabalarını değil fakir köylüleri de soylarlar, evlerini yakarlar ve masum insanları öldürürler. Bonapart da dahil olmak üzere herkes bunun Cadoudal’ın başının altından çıktığını düşünür.  Cadoudal bir beyefendi olduğu için bu haksız suçlamalar ona çok ağır geldiği için Bonapart’a yeniden savaş açar.

Bonapart’ın da davetli olduğu Hector ve Claire’in düğününde Cadoudal’ın ikinci emri gelir. Hector tam imza atmak üzere olduğu anda mektup eline ulaşır ve sevgililer birbirlerine kavuşamadan Hector oradan ayrılır. Kimseye hiçbir açıklama yapmadan binayı terk eder. Fakat çok geçmeden yakalanan Sainte-Hermine Kontu idama mahkum edilir. Nedeni kitap boyunca açıklanmasa da, Fouché Hector’u hapiste ziyarete gelir ve hayatını bağışlatmak istediğini söyler. Hector böyle bir şeyi kesinlikle kabul etmez. Yoldaşlar’a katılarak işlediği suçun cezasını çekmek istemektedir ve gururuyla ölmeyi arzu eder. Fouché’den tek dileği kimliği açıklanmadan öldürülmesidir böylece Matmazel Claire üzülmeyecek ve bunun utancını yaşamayacaktır. Fouché bunun sözünü verir fakat gerçekleştirmez. Hector’den haber beklemesini ister ve Fouché onu ziyarete tam 3 yıl sonra geri gelir. Hector Sainte-Hermine, 3 yıl boyunca her gün ölümü beklemiştir.

Hector’un hapise atılmasından, Fouché tarafından çıkarılmasına kadar kitapta 150 sayfa geçmiştir. Bu süre boyunca Dumas, Bonapart’ın izlediği politikayı anlatmıştır. Tekrar hatırlatmakta fayda var, Dumas’nın tarihle ilgili verdiği tüm bilgiler gerçektir. Bu nedenden dolayı özellikle Avrupa’nın o dönemine ve Napolyon’a özel ilgi duyan bir okuyucu varsa kesinlikle bu kitabı okumalıdır. 3 yıl içinde Bonapart Yehu Yoldaşları’nı tamamen ortadan kaldırır ve sınırlarını genişletmeye başlar. Napolyon’un çok hırslı bir lider olduğunu unutmayalım. O dönemde çok genç (26 yaşında) olduğunu da hesaba katarsak neden bir anda İmparator’a dönüştüğünü anlamak zor olmaz. Son Şövalye’de, Napolyon’un yükselişi inanılmaz detaylarla anlatılmıştır. Kitapta 2 ana bölüm vardır. Birincisi “Bonapart”, ikincisi ise “Napolyon”. Eserin tamamını okuduktan sonra yazarın neden böyle bir ayrım yaptığı daha rahat anlaşılmaktadır. Hikaye başında Bonapart sadece geçici bir yöneticidir, birinci konsüldür. Ancak günümüz tarihinde  Bonapart olarak değil, Napolyon olarak anılmaktadır. Napolyon’un tarihe geçmesinin sebebi ise bir diktatöre dönüşmüş olmasıdır. İşte Dumas da, bu dönüşümün farkına vardırmak için kitabın ortasından itibaren “Napolyon” bölümünü başlatmıştır ve o bölümden itibaren ondan Bonapart değil, Napolyon olarak bahsetmiştir.

Fouché, kontu ziyarete geldiğinde Hector onu büyük sevinçle karşılamıştır. Geciken ölümüne sonunda kavuşacağı için mutludur. Ancak Fouché onun özgür olduğunu söyler. Bonapart ile konuşmuştur ve Bonapart Sainte-Hermine’in en düşük rütbeyle orduya katılmasına razı olmuştur. Hector gönülsüz olarak bu teklifi kabul eder ve denizciliği seçer. Küçükken amcasıyla denize açıldığı için diğerlerine göre bu konuda daha çok bilgisi vardır. Fouché ona korsan olmasını önerir. (O zamanlarda yasal korsanlar bulunurdu. Özellikle İngiltere ve Fransa’nın korsanları denizlere açılır ve savaşırlardır. Bunu bir sokak savaşı olarak da düşünebiliriz.) Hector onun sözünü dinler ve o dönemin en iyi kaptanının yanında (Surcouf’la birlikte) denize açılır.

Hector hapisteyken boş durmamıştır. Sürekli olarak hücresinde kaslarını çalıştırmış, idman yapmış, kitap okumuştur. Hiçbir zararı olmayan hatta tam bir beyefendi olan kontu kısa zamanda çok seven gardiyanlar da ona ne zaman ne istese vermişlerdir. Bu nedenle Hector hapishane hayatı boyunca eskrimden silahla atışa kadar her konuda uzmanlaşmıştır.

Tüm yakınları ve özellikle Matmazel Claire (ona hala aşıktır), onun kaybolduğunu düşündükleri için Hector dışarı çıktığında kendi adını kullanmaz. Dostlarının onu ölü bilmesi şuan için daha iyidir. Orduda yükselince ve tekrar halk arasında kayda değer bir statü kazanınca Hector Sainte-Hermine olarak geri dönecektir. Böylece Hector, René adını alır. Zaten zeki olan René, tutukluyken edindiği yeteneklerle de kısa sürede dikkat çeker ve başarılı olur.

René, ele geçirdikleri bir İngiliz gemisinde Hindistan’a gitmekte olan Sainte-Hermine kardeşlerle tanışır. Babaları gemi ele geçirilirken vurularak öldürülmüştür. Bu kişi René’nin yani Hector Sainte-Hermine’in amcasıdır. Dolayısıyla iki kız kardeş de onun kuzenleridir. Ancak en son çok küçükkten karşılaştıkları için kızlar René’yi tanımamıştır. René ailesini sorduğunda kızlar kimsenin kalmadığını, en küçük oğul olan Hector’un da kayıplara karıştığını söylemişlerdir. Kızların Hindistan’a gitme sebebi orada sahip oldukları toprakta yaşamaya başlayacak olmalarıdır. Ne yazık ki babaları ölmüştür ve onlara bakacak kimse yoktur. Hector, daha önceden de bahsettiğimiz gibi erdemli bir insan olduğundna onları tek başlarına bırakmaz. Önceden ele geçirdikleri bir şalopayı kendi üstüne alarak kızları Hindistan’a götürür. Bu arada şunu da atlamamak gerekir ki, René çok zengin bir aileden gelmektedir ve ailesinde kendisinden başka kimse kalmadığı için de çok büyük bir geliri vardır. Bu yüzden hiçbir masraftan kaçmadan kızlara en iyi olanakları sağlayarak birlikte yolcuğula çıkarlar. René Hindistan’da bir çok maceraya girer. Birkaç kaplan avlar, 14 metrelik bir boğa yılanını öldürür, haydutlarla savaşır ve René’nin bu ünü, o ana gemiye dönmeden çok önce her yere ulaşmıştır. René durmadan kendini tehlikeye atmaktadır, ilk denize açıldığında bir köpekbalığı ile dövüşmüş ve onu öldürmüştür. Tabii kitabı okuyanlar daha iyi anlayacaklardır ki René’nin bu davranışları aslında onurlu bir şekilde ölmek istemesinden kaynaklanmaktadır. René 3 yıl boyunca ölmeyi beklemiştir ve şimdi de gözü kara bir biçimde onu gerçekleştirmeye çalışıyordur. Ancak çok güçlü, cesaretli ve çevik olan René’nin ölmesi neredeyse imkansızdır.Hindistan gezisi sırasında kardeşlerden küçük olan Jane René’ye aşık olmuştur. René hala Claire aşık olduğundan gençkıza gereken karşılığı verememiştir ve böylece Hindistan hikayesi Jane’in René’ye olan aşkından gerçek anlamda ölmesiyle son bulur (René’siz yaşayamacağına karar vererek kendini yılana zehirletmiştir.)

René Fransa sularına ve Surcouf’un yanına geri döndüğünde bir kahraman gibi karşılanır. Çok uzun süredir ülke sınırlarından ayrı kalmıştır ve neler olduğundan haberi yoktur. İngilizler’le bir deniz savaşının çıkacağını duyduğunda derhal bir savaş gemisine girer. Lucas’ın kaptanlığını yaptığını Redoutable adlı gemide asteğmen olarak görevine başlar. Şu detayı eklemekte fayda vardır; René’nin katıldığı savaş ünlü Trafalgar savaşıdır. Tarihle ilgilenenlerin iyi bileceği üzere bu savaşta İngiliz gemileri Nelson’ın komutasındadır ve zaten bu savaşı İngilizler’in kazanmasının sebebi de Nelson’ın zekasıdır. Napolyon bu savaşta hırsına ve aceleciliğine yenilmiştir. Dumas, her zaman olduğu gibi burada da Nelson’ın hayatını, nasıl bir insan olduğunu detaylı bir biçimde anlatmıştır. Nelson savaşta bir kurşun yarası olarak ölmüştür. Kitapta ölümü çok detaylı bir biçimde verilmiştir ve Dumas’nın da yazdığı üzere bu detaylar uydurma değil, o gemide olan ve Nelson’ın başında bekleyen doktorun, silah arkadaşlarının günlüklerinden alınarak yazılmıştır. Bizim hikayemizde ise Nelson’ı öldüren kişi René’den başkası değildir.

Nelson’ın ölmesi bir şeyi değiştirmemiştir. İngilizler savaşı kazanmış ve Fransızlar esir düşmüşlerdir. Bunlara René’de dahildir. İngilizler içinde René’nin de bulunduğu esir gurubunu bir İskoç hapishanesine geçici olarak hapsederler. O dönemde İngilizlerden nefret eden İskoçyalılar doğal olarak Fransa’ya karşı samimmiyet beslemektedirler. Böylece René’de bunu kendi avantajına kullanarak hücre arkadaşlarıyla birlikte gardiyanlardan yardım alarak hapishaneden kaçarlar.

Uzun bir yolculuktan sonra Paris’e ulaşan René, burada Napolyon’un huzuruna çıkar. Napolyon René’nin ününü duymuştur ve ona gereken ödülü vermeye hazırdır. Ancak René kendisinin gerçekte Sainte-Hermine Kontu olduğunu söylediğinde Napolyon onu kendi kaderine bırakır. Bu sırada Fouché yeniden devreye girer ve ona ikinci kez akıl verir. Bu sefer ona, Napoli’ye gitmesini ve İmparator’un kardeşi için faydalı bir şeyler yapmasını söyler. René onun sözünü dinler ve tekrar yola koyulur. Yol sırasında genç bir subayla karşılaşır. Onda kendi hikayesini anlatır ve bir ismi olmadığını da ekler. Yalnızca eskiden bir kont olduğunu söyler. Genç subay zaten René’nin hikayelerini duymuştur ancak o kişinin René olduğundan haberi yoktur. Öğrenince, ona Kont Leo adını koymaya karar verir. Kont Leo böylece Napoli’ye gider. Napoli’de çokça eşkıya vardır ve Leo’dan onlarla başa çıkmasını istenir. Leo kendine 50 kişilik bir asker ekibi kurar ve böylece eşkıyaların peşine düşer.

Alexandre Dumas’nın Son Şövalye adıyla yazmaya başladığı Sainte-Hermine Kontu’nun hikayesi ne yazık ki burada sonlanıyor. Dumas, Hector’un maceralarını 4 veya 6 ciltten oluşan bir seri halinde yazmayı planlamış ancak ömrü buna yetmemiştir. Kitabın sonunda bir de Hector’un başka bir macerasının ilk üç bölümü bulunmaktadır.  Bu üç bölümün içinde Napolyon’un Hector’u sonunda affetmiş olduğunu görüyoruz.

Eserin Son Söz’ünde, Alexandre Dumas’nın büyük olasılıkla Le Moniteur Universal’ın müdürü Paul Dalloz için yazdığı mektup yer almaktadır. Mektupta romanın bir özeti bulunmaktadır. Bu özete göre Napolyon defalarca Sainte-Hermine Kontu’nun terfiisini reddetmiş, birkaç kez tüm kahramanlıklarına rağmen onu affetmeyi reddetmiş ancak sonunda Sainte-Hermine Kontu kendisi bir bombanın önüne atıp da Napolyon’un hayatını kurtarınca bağışlanır ve Silahşörlerin Komutanı olarak atanır. Napolyon tahttan çekilip de İtalya’nın açıklarındaki Elba Adası’na yerleştiği dönemde Sainte-Hermine Fransa’dan ayrılarak ona hizmet etmek üzere Napolyon’un yanına gider. Birlikte Waterloo savaşına katılırlar ve Sainte-Hermine burada tutsak düşerek idama mahkum edilir. Onun hayatta olduğunu öğrenen Matmazel Sourdis (ilk aşkına sadık kalarak 12 yılını bir manastırda geçirmiştir), Hector idam edilmeden önce ona bir zehir gönderir ve böylece doktor onun öldüğünü zanneder. Matmazel Sourdis her şeyi planlayarak Hector’un ölmesi durumunda naaşının kendisine getirilmesini istetmiştir. Öldüğü sanılan Hector bir tabutta Matmazel Sourdis’e gönderilir. Matmazel naaşı alınca, Hector’e panzehiri verir ve böylece iki aşık yıllar sonra tekrar kavuşurlar.

Aslı Göksu

Alexandre Dumas’nın MorKitaplık’ta yer alan diğer kitapları;

Monte Kristo Kontu