Ahmet Tulgar‘ın Çocuklar ve Canavarları adlı romanı 2012 yılında raflara çıktı. O zamanlardan beri aklımdaydı ama ancak okudum. Okumaya başlamadan önce de bu incecik kitabı hemen bitireceğimi düşündüm, biraz polisiye olacağını, biraz da… neyse zaten düşündüğüm gibi olmadı.
Roman cinayetten tutuklanan bir yazar Sarp Kaya’nın (dikkat kelime oyunu) sorgulamada çalışan polis memuruyla bir araya gelişini ve bir sorgulamadan çok sohbete ve hatta psikanalize dönüşen konuşmalarını anlatıyor. Biz olayları polisin gözünden görüyoruz. Sarp’ın halini tavrını, anlattıklarını, kendi hayatını, hava durumunu hep polis anlatıyor. Aralarda yatık harflerle yazılmış kısa parçalarla başkalarını ifadeleri yer alıyor. Bu ifadeler kimin, neyi anlatıyor ancak sonradan anlayabiliyorsunuz.
Sayfalar ilerledikçe görüyoruz ki polis için yazar tropik bir bitki, egzotik bir kuş adeta. Onun yaptığı her hareketi, söylediği her sözü yazarlığına bağlıyor. Bu algısı hiç geçmese de bir süre sonra yazarın anlattıklarıyla da ilgilenmeye başlıyor, yazar yaptıklarından pişman değil. Her soruya cevap veriyor ama verdiği cevaplar bulmaca gibi. Hatta bir de ne yaptığımı değil ne yapmadığımı söylemeyeceğim diyor ki orada polisin hem merakı hem bu işe tutkusu artıyor. Bir sonraki aşamada yazarın anlattıkları üzerinden kendini ve hayatını düşünüyor polis. Karısını, çocuklarını, işini, her sabah yaptığı şeyleri. Çok rutin bir hayatı var. Bu hayat kendiliğinden böyle olmuş, onun pek seçim yaptığı söylenemez. Tekrarlara o kadar kapılmış ki kıldığı namaz bile ibadetten çok alışkanlık gibi. Zaten artık kitabın ilk yarısını çoktan geçtik… sonra olaylar gelişiyor, çözülüyor.
Çocuklar ve Canavarları‘nın arka kapağındaki tanıtım yazısında belirtildiği gibi parçalar halinde bir roman bu. Bir-iki sayfalık kısa bölümlerin hepsi birer bulmaca parçasıydı. Bu parçalar birkaç sayfada bir zihnimin içinde ordan oraya atıp yıprattı beni. Kitabın sonuna geldiğimde hala bazı şeyleri net anlamamıştım ya da anladıklarımdan emin değildim. [spoiler] Mesela Sarp eşcinseldi, seviglisiyle de bir markette tanışmıştı ama arada tecavüze uğrayan da o muydu? Sevgilisiyle abisi arasındaki mors alfabesiyle iletişim ne işe yarıyordu? [spoiler] Benim için kitabı okuma deneyimi bu parçaları bir araya getirmeye çalışmaktan, hiç olmazsa olduğu kadarını bir arada tutmaya çabalamaktan ibaretti.
Ah bir de tekrarlar yarama tuz ekiyordu. Tulgar özellikle bir ruh halini anlatırken tahminimce yoğunluğu artırmak için benzer ve aynı kelimeleri birkaç kez tekrar ediyordu ve bu durum zaten meşgul olan zihnimi çok sıkıyordu. Evet canımı sıkıyordu tekrarlar. Cümlelerin, kelimelerin, harflerin tekrarları. Çok sıkıyordu. Sıkılmıştım. Tekrar tekrar sıkılmıştım. Hiç bu kadar sıkılmamıştım.
Bunlara rağmen, gazetecilerin kitaplarını bastırmak konusunda torpilli oldukları teorime rağmen, kitabı laf kalabalığı diyip bir kenara da atamıyorum. Öncelikle satır aralarında pek leziz argümanlar vardı, insana bir insan neden cinayet işler, en doğal görüğümüz şeyler insanın doğasına nasıl aykırıdır, onu nasıl çıldırtır, basit şeyler nasıl can sıkar, aile nasıl bir yalnızlıktır gibi enteresan şeyler düşündürüyordu. Yazarın bir dönem düşüncelerinden dolayı hapis yatmış olmasının etkisiyle belki de hapishane hayatını, beklemeyi, zamanın geçişini anlattığı bölümleri de çok beğendim.
Özetle romanın kurgusunun bir parçası olarak ”parçlanmış” bir anlatımı intibakımı engelledi, tekrarlar keyfimi kaçırdı. İnce gördüğü argümanları hatrına okuduğuma pişman olmadığım, sevmeyi isteyip sevemediğim bir romandı. Acayip şeyleri, bulmacaları sevenlere yolunuz açık olsun diyorum.