Leylâ ile Mecnun – İskender Pala

Edebiyat,  öğrenim hayatının vazgeçilmez derslerindendir. Özellikle lise yıllarımızda daha iyi tanımak ve anlamak mümkündür. Edebiyat dersinde bu öğrenim sürecinde adını sıkça duyduğumuz mesneviyi, tanım olarak belki de defalarca duymuşuzdur. Divan şiirinin en uzun nazım biçimidir mesnevi. Günümüzün öykü türüne karşılık gelir. Çoğumuz biliriz bu tanımı, peki kaçımız okumuştur bir mesnevi örneği? Okumadan bir edebiyat türünü anlamak ne kadar mümkündür? Bunu anlayabilmek için, kütüphaneden ödünç alıp okuyacağım kitaba yönelik tercihimi, bir mesnevi örneği olan İskender Pala‘ya ait Leyla ile Mecnun’dan yana kullandım. Fakat bu kitap bana, sorduğum bu sorudan çok daha fazla şeyin cevabını verdi.

Dillere destan olan bir aşkı anlatıyor Leyla ile Mecnun. Bir kurgu olmasına karşın gerçekmiş gibi adından söz ettiğimiz, aşk dediğimiz de akıllarımıza getirdiğimiz bu hikayeyi okumaktan gerçekten keyif aldım.

Babası Arap kabilelerinin birinde saygın bir bey olan Kays’ın, diğer bir kabiledeki Leyla adlı dilbere gönlünü kaptırması, aşkının acısına yanarken Allah aşkına ulaşması anlatılıyor. Leyla ile Kays arasındaki yakınlaşmanın duyulması nedeniyle ailesi Leyla’yı ev hapsinde tutmaya başlıyor. Bunun üzerine Leyla’ya hasret kalan Kays,  öyle bir acıyla yanıp tutuşuyor ki aklı başından gidiyor, deliriyor. Garip davranışlar, her soruya Leyla cevabını vermeler… Ve Kays artık herkesin dilinde çılgın ve deli anlamına gelen ‘’Mecnun’’ adıyla anılır oluyor. Diğer bir yandaki  Leyla ise mutsuz ve üzgün. Ailesinin tüm çabalarına rağmen yüzü bir türlü gülmek bilmiyor. Yıldızlardan, esen meltemden, uçan kuşlardan sevgiliye haber göndersin diye medet umuyor. Mecnun’un hallerini gören birçok kişi onu Leyla’dan vazgeçirmeye çalışıyor. Fakat Mecnun kimseyi dinlemiyor ve aşkından vazgeçmiyor. Leyla’nın hasretinden ve aşkından gözü ne kendini, ne ailesini, ne de bir dünya meşgalesini görür hale gelen Kays, bir türlü iyileştirilemiyor. Derdine Leyla bile çare olamıyor. Artık kendini dağlara, çöllere vuran Mecnun, Leyla’da Mevla aşkını buluyor. Leyla’yı ailesi başka biriyle evlendiriyor. Fakat Mecnun’un aşığı olan Leyla yalan bir hikaye uydurarak İbn Selam’ı oyalıyor, hali düzelene kadar beklemesini istiyor. Kitapta yazdığına göre, o zamanlar aşık oldun mu cefasını çekmeye de razı geldin demekmiş. Hal böyle olunca İbn Selam beklemiş, fakat Leyla’ya kavuşmaya ömrü yetmemiş. Mecnun çöllerde vahşi hayvanları kendine dost, yoldaş bilmiş. Dünyanın maddiyatından arınmış, ruhani bir dünyada yaşamaya başlamış. Öyle ki çöllerde Mecnun’unun peşine düşüp arayan Leyla bulmuş sevgilisini, ama Mecnun onu tanımamış. Bu olay üzerine Leyla’nın ömrü kısa bir süre daha yaşamasına yetmiş. Leyla’nın öldüğünü duyan Mecnun, Leyla’nın mezarının üstüne yatıp Allah’a kendi canını da alması için dualar etmiş. Dualarının kabul olmasıyla, Mevla katında kavuşmuş iki sevgili.

Kitapta özellikle Leyla’nın Mecnun’u bulduktan sonraki bölümlerinde çok duygulandım. Böyle bir aşk mümkün müdür bilmem. Hele ki böyle bir zamanda…  Fakat gerçek aşkı, güçlü bir maneviyatla Mevla’ya ulaşmayı çok güzel anlatmış bu mesnevi. Okurken, insanların insanlar için insan öldürmeyi çözüm gördüğü bugünler,  sevgi yerine şiddet ve ölümlere maruz kalan Leylalar geldi aklıma. Güçlü maneviyata, gerçek insanlığa hasret kaldığımız şu günlerde, bu kitap gerçek aşkı ve inancı tekrar hatırlattı bana.

İskender Pala hakkında bilgi edinmek için tıklayınız.